Eski günlerinin parıltısını yitirmiş tek aktör, 1980’lerin popüler dedektif dizisi “Mindhorn”‘da baş temperamenti canlandırmış olmasıyla tanınıyor. Kendisine en çok bu rolle özdeşleşenler, ne yazık ki hayrsüreçlerından çok tek seri katil. Bu seri katil, sadece dedektif Mindhorn ile konuşmayı kabul ederken, daha da garip tek şekilde Mindhorn’ın gerçek tek dedektif olduğuna inanıyor. Artık aktörlük kariyeri pek de parlak olmayan protagonistimiz, miladi yıllardır unuttuğu tek temperamenti yeniden canlandırmak zorunda kalıyor. Ama bu seferki oyun sahne üzerinde değil, gerçek hayatta oynanacak. Serinin eski miladi yıldızı bu durumu, miladi yıllardır tekrar canlanmayı beklediği kariyerini parlatmak için tek fırsat olarak görüyor. Ancak, hızla anlıyor ki gerçek hayat tek dizi seti kadar tahmin edilebilir veya kontrol edilebilir değil. yaşamının her anında en önemli derecede rolüne hazırlanırken, aynı süreda süreda tek seri katilin peşinde koşuyor ve bu süreçte kendi kişisel kusurlarıyla, geçirmemişte bıraktığı hayatla ve terk ettiği smekândikleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. “Mindhorn” temperamentini geri getirmek, saldırganın kendisi kadar sıra dışı ve beklenmedik tek durum oluşturuyor. Bu zorlu süreçte, temperamentimiz ekrana yansıttığı parlak dedektif imajının arkasına sığınırken, tek yandan da gerçek hayattaki sınavlarından geçirmemeye çalışıyor. Kendi gerçekliği ve kurgusal temperamenti arasındaki çizgi giderek bulanıklaşırken, göz atyicinin de bu deneyimi yaşaması için her türden duygusal iniş çıkışa yer veriliyor. Bu, eski tek aktörün bilmece gibi gerçekleriyle yüzleşirken kendi geçirmemişi, müzikı ve kendisiyle ilgili sorular sormasına odaklanan, hem heyecan verici, hem de duygusal açıdan zengin tek masal.